TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
Aşağıdaki
sorularımın, Başbakan Sayın Recep Tayyip
ERDOĞAN tarafından Anayasa’nın 98 ve İç Tüzüğün 96. Maddesi gereğince
yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 11.11.2008
Aysel TUĞLUK
Diyarbakır Milletvekili
ABDULLAH ÖCALAN’IN DURUMUNA
İLİŞKİN
İlgili
ve ilgisiz herkesin hakkında bir fikre sahip olduğu, her sözü ve kendisi
hakkında her sözün önemsendiği, ismi etrafında farklı duyarlılık ve
hassasiyetlerin en yoğun haliyle yaşandığı, bilimsel tezlere konu olmak kadar
küresel düzeyde siyaset stratejileri ve planlamaların merkezine alınan;
objektif analiz ve değerlendirme kapasitesine sahip her kişi ve kurum
tarafından Kürt siyasetinde ve rolü, misyonu ve önemi kabul edilen, giderek bir
kişi olmaktan öte toplumsal bir kimlik, simge ve bir olgu olarak
değerlendirilen ve algılanan Abdullah
Öcalan’ın tutulduğu İmralı cezaevinin özel statüden çıkarılarak ulusal ve
evrensel hukuk normlarıyla yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
1999
16 Şubat’ından bu yana İmralı tek kişilik Kapalı Cezaevinde ağır tecrit
koşullarında tutulmakta olan Abdullah ÖCALAN’a yönelik uygulamalar, ulusal ve
uluslar arası hukuk normlarının ihlali olmanın da ötesinde tamamen siyasi,
fiili, keyfi ve cezalandırmaya dönük uygulamalar olarak her açıdan ciddi bir
boyuta vardırılmıştır.
A.Öcalan’ın İmralı Cezaevi’ne getirilişinin
ardından 27 Şubat 1999 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Milli Savunma
Bakanlığı’nın tebliği gereğince, İmralı Adası ve çevresinde 2.Derece kara,
deniz ve hava askeri yasak bölge
olarak ilan edilmiştir. Ardından Anayasa ve yasaya aykırı olarak İmralı
Cezaevi’ne ilişkin tüm işlemlerde yetkiler Adalet Bakanlığı’ndan alınarak Kriz Yönetim Merkezi adına Mudanya İskelesi Kriz İrtibat Bürosuna bırakılmıştır. Bu Büro, yetkilerini Başbakanlık Kriz Yönetim
Merkezi Yönetmeliği’ne (9 Ocak 1997 tarih ve 22872 sayı ile Resmi Gazete’de
yayınlanan) dayandırmış ve bu yönetmeliğe dayanılarak İmralı Cezaevi’nin
yönetimi Başbakanlık Kriz Yönetim
Merkezi’ne verilmiştir.
Dolayısıyla ulusal mevzuat gereği Adalet
Bakanlığı’na bağlı olması gereken İmralı Tek Kişilik Kapalı Cezaevi,
Başbakanlık Kriz Merkezi Yönetmeliği ile Milli Güvenlik Kurulu’nun yönetim ve
tesiri altına sokulmuştur. İmralı Cezaevi üzerinde Adalet Bakanlığı’nın hiçbir
etkisi, denetimi ve yetkisi basit kimi hukuki prosedürler dışında yoktur,
oluşmamıştır.
Nitekim İmralı cezaevi 10 yıldır tüm
uygulamalarıyla Mahpuslara İlişkin Evrensel Standartlar, TC. Anayasası,
Yasalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, Avrupa İşkenceyi Önleme
Komitesi (CPT) tavsiyeleri ile belirlenen hak ve hukuka göre değil; çerçevesi Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi
tarafından belirlenen ve siyasi konjonktüre göre değişkenlik gösteren keyfi,
baskıcı ve cezalandırıcı uygulamalarla yönetilmektedir.
En
başta Temel hukuk prensiplerini oluşturan eşitlik ilkesine, ayrımcılık yasağına, avukatın hukuki
yardımından yararlanma hakkı dahil kötü muamele yasağına rağmen tutuklu ve
hükümlü hakları standartlarına aykırı koşullar altında tutulmakta olan A. Öcalan’a
yönelik en son “öldürme” tehdidi de içeren fiziksel taciz ve hakaretlerle de
bulunulduğu hem kendisi hem avukatları tarafından iddia edilmiştir. Nitekim
başta Diyarbakır olmak üzere Türkiye’nin bir çok yerinde bu vahim hukuksuzluğa
yönelik son 20 gündür kitlesel tepki ve eylemsellikler geliştirilmiş ve olaylar
halen yer yer sürmektedir.
Kürt sorununun çözümünde “önemli ve etkili bir
aktör” olduğu neredeyse siyasetle ilgili her kesim tarafından dile getirilen
Abdullah Öcalan’a yönelik olumsuz her tutum ve davranışın toplumsal ve siyasal alana
yansıdığı, çatışma ve gerginliklere neden olduğu bilinmektedir. Her ne kadar Adalet
Bakanı Sayın Mehmet Ali Şahin tarafından “Türkiye’nin
en rahat hükümlüsü” olarak gösterilse de, gerçeğin böyle olmadığı her kişi
ve kurum tarafından bilinmektedir. Durumun bu şekilde yansıtılmış olması basit
politik bir manipülasyondan başka bir şey değildir. İmralı Cezaevinde A. Öcalan’ın maruz bırakıldığı ve sürekli
siyaset ve toplumun gündem konusu olan olumsuz ve ağır koşullar ve uygulamalar
başlıklarıyla şu biçimdedir:
HAKLARA İLİŞKİN:
A. Öcalan İmralı
Cezaevinde 9 yıldır tam bir sosyal ve duygusal tecrit altında tek başına
tutulmaktadır; sosyal ilişki kurma olanakları asgari düzeyde dahi yoktur.
Tüm odalar kamera
sistemiyle gözetim altında tutulmaktadır. Bunun yanında salon kapısının
mazgalından da 24 saat infaz koruma memurlarınca rahatsız edici biçimde
izlenmektedir.
Türkiye’deki tüm cezaevleri ve mahkûmlara tanınan 10 dakikalık telefonla konuşma hakkı bu güne kadar
kendisine tanınmamıştır.
Ulusal yayın yapan radyo ve televizyondan
istifade etmesine de izin verilmemektedir. Nitekim kendisine avukatları
tarafından götürülen ve sadece resmi devlet yayını yapan TRT FM bandına
endeksli pilli bir radyo verilebilmiş ancak, bu radyonun da frekans ayarlarına
müdahale edilerek kısa ve uzun dalga frekansları devre dışı bırakılmış, sadece
orta dalgadaki TRT 1 yayınına ulaşması mümkün kılınmıştır. Ki, radyoyu da yoğun
disiplin cezaları ve keyfi-teknik engellemeler sebebiyle düzenli
dinleyememektedir.
Günlük, haftalık ve aylık gazete ile dergilerden yararlanma hakkı sınırlıdır. Bu tür
yayınlar, (gerçekleştiği taktirde) avukat ve aile ziyaretleri sırasında,
avukatları ve yakınları tarafından verilebilmekte, o da sınırlandırılmış sayıda
(7 adet) ve bazı gazeteler olabilmektedir. Büyük medya organları (Hürriyet,
Milliyet, Sabah vs) dışında kalan gazeteler ( Özgür Gündem, Alternatif,
Cumhuriyet, Birgün, Evrensel vs) keyfi olarak verilmemektedir. Bu gazetelerin
A. Öcalan’a teslimi ise 15 gün ertelemeli olmaktadır. Ki, çoğu zaman verilen
gazetelerde kendisiyle ve Kürt siyasetiyle ilgili yazı ve resimler makasla
kesilmek suretiyle sansürlenerek verilmektedir.
Tüm cezaevlerinden farklı olarak Öcalan’ın
kitaplarını yanında bulundurma hakkı yoktur. Yanında tek kitap bulundurmasına izin verilmektedir.
Cezaevleri dışından mektup alamamaktadır. Cezaevlerinden gönderilenlerin de çok sınırlı
birkaç tanesi verilmektedir. Dışarıdan gönderilen mektuplar ya hiç
verilmemekte, ya tamamen karalanarak verilmekte, ya da sadece tehdit ve hakaret
içerikli mektuplar verilmektedir. Ayrıca,
avukatları da dâhil, dışarıya mektup yazma hakkı da elinden alınmıştır.
Havalandırma süresi de genel uygulamadan farklı olarak
günde bir saatle sınırlandırılmıştır.
Tüm cezaevlerinde uygulanan ailesi dışında 3 kişiyle görüşme hakkı uygulaması
İmralı’da gerekçe gösterilmeksizin uygulanmamaktadır.
Aile ve
avukat görüşmeleri
sık sık “hava muhalefeti” ve “koster arızası” gerekçesiyle
engellenmektedir. Zaten haftada bir gün ve bir saatle sınırlı olan avukat
görüşmeleri ile 15 günde bir yarım saatle sınırlandırılan aile görüşmeleri bu
vesileyle aylarca yapılamayabilmektedir. Yurtdışından gelen avukatları da ya
görüştürülmemekte ya da ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar.
A. Öcalan’ın açık aile görüş hakkı da yoktur.
Kapalı ortamda ve telefonla kardeşleriyle görüşmektedir. Kürtçe konuşmaları da
yasaklanmıştır. Öcalan’ın aile bireyleri de, yetkililerin kendilerine “Kürtçe
konuşmak yasak, konuşursanız görüşmeyi keseriz” diye baskı
uyguladıklarını, bu nedenle anadilleriyle konuşamadıklarını, Türkçe konuşmak
durumunda kaldıklarından tam olarak anlaşamadıklarını belirtmektedirler.
Ayrıca, İmralı Cezaevi’nde yine diğer
cezaevlerinden farklı olarak kantin ve revir olanaklarından yoksun
bırakılmaktadır.
AVUKAT
YASAKLAMALARI VE AVUKAT GÖRÜŞMELERİNDEKİ KISITLAMALAR (SAVUNMA HAKKI İHLALLERİ)
1
Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe sokulan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.59/4’e dayanarak müvekkil-avukat
görüşmelerine bir devlet görevlisi dinleyici olarak katılmakta, tüm görüşmeleri
ses cihazıyla kayda geçirmekte ve sonrasında bu ses kayıtları gerek A. Öcalan’a
uygulanan disiplin cezalarında gerek avukatlara dönük soruşturmalarda delil
olarak kullanılmaktadır. Yine aynı kanun hükmü gerekçesiyle avukatların görüşme
esnasında tutmuş olduğu tüm notlara el konulmaktadır.
Avukat-müvekkil
görüşmelerinin kayda alınması uygulaması yasadışı bir uygulama olarak sadece
İmralı Cezaevi’nde uygulanmaktadır. Uygulamaya dayanak gösterilen 5275 sayılı
kanun 59/4 hükmü şöyledir:
(Değişik 4. fıkra: 5351 - 25.5.2005 / m.5) “(4)
Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile
yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tabi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı
Kanunun 220’nci, İkinci Kitap Dördüncü
Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkum olan
hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri
işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü
veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine
aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet
Başsavcılığının istemi ve infaz hakiminin kararıyla, bir görevli görüşmede
hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya
avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hakimince incelenebilir. İnfaz
hakimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir.
Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler.”
Görüldüğü üzere hüküm, görüşmelerde üçüncü kişinin bulunmasını düzenlerken, hiçbir şekilde görüşmenin kayıt altına alınması hususunu düzenlememektedir. Buna rağmen yapılan işlem, savunma hakkı ihlali olmasının yanı sıra açıkça yasadışı ve keyfi bir uygulamadır.
Yine
Birleşmiş Milletler Avukatların Rolü Konusunda Temel Prensipler; herkesin temel
haklarının korunmasında etkili bir hukuki temsilin önemine dair bir beyan ile
başlamakta, toplumdaki tüm grupların hukuki yardıma etkili erişiminin
sağlanması zorunluluk kabul edilmektedir. Suçlanan kişinin avukata ve kendi seçtiği hukuki yardıma hakkı
bulunduğu gibi; avukatların baskı
ve zulme uğrama korkusu olmayan şartlarda müvekkillerinin temsilini üstlenmeye
hakları vardır. Devletler bu hakları tanımak zorundadırlar ve
avukatların müvekkilleriyle iletişimlerini gizli tutma mükellefiyetleri de en
etkin biçimde sağlanmalıdır.
Genel Kurul, Aralık 1990 tarih ve 45/121 sayılı Kararında, Avukatların Rolü
Konusundaki Temel Prensipler Bildirgesini kabul ederek, devletleri “bunlara saygı göstermeye ve milli mevzuat
ve uygulamaları çerçevesinde dikkate almaya” davet etmiştir.
Avukat-müvekkil
görüşmelerinde üçüncü kişinin bulundurulması ise AİHS ve Avrupa Mahpus Hakları Sözleşmelerinde
güvence altına alınan savunma hakkının, avukat-müvekkil görüşmelerinin
gizliliği ilkelerinin ihlali niteliğindedir. Avukat görüşmelerinin görevlilerce
dinlenmesi, belgelere el konulması 3 yıldır aralıksız olarak sürmektedir.
Dolayısıyla uygulama istisnai bir tedbir
olmaktan öte hakkın özünü ortadan kaldıran bir niteliğe bürünmüştür.
DİSİPLİN CEZALARI
İmralı
Cezaevi’nde A. Öcalan’a 2008 yılı içinde dört kez hücre uygulamalı disiplin
cezaları verilmiştir. Nisan ve Mayıs ayı avukat görüşmelerinde yaptığı
değerlendirmelere dayanarak Öcalan’ın “suç örgütünün eğitimi ve propaganda
yapmak” fiilini işlediğinden hareketle iki kez 20 günlük ve bir kez de 10
günlük hücre cezaları verilmiş ve uygulanmıştır. Buna göre 9 Nisan 2008 ve 14
Mayıs 2008 tarihli avukat görüşmelerinde “örgüt mensuplarının eğitim ve
propaganda faaliyeti” yaptırdığı gerekçesiyle 20’şer gün hücre hapsi cezası
verilmiştir. Ek olarak 18 Nisan 2008 tarihinde odasının zaten 24 saat açık olan
mazgalını sürekli açıp-kapamak suretiyle kendisini rahatsız eden kurum
görevlisine, “Böyle yapmakla hem benim hem kendi ruh sağlığınızı bozuyorsunuz”
dediği için, “kurum görevlisine hakaret ve tehdit” ettiği gerekçesiyle 10 gün
hücre cezası verilmiştir.
Buna
göre Öcalan son 2,5 ayın 50 gününü üst üste hücre cezası uygulaması altında
geçirmiştir. Verilmiş hücre cezaları araya birer günlük boşluk konularak ardı
ardına toplam elli gün olarak uygulanmıştır. Bunun sonucunda iki ay süresince
ailesiyle hiç görüştürülmemiş, radyo dinleyememiş, kitap ve gazete
okuyamamıştır. Çünkü zaten ağır tecrit altında tutulan Öcalan’ın, hücre cezası
uygulandığında, kitap, gazete ve radyosuna el konuluyor, aile görüşmeleri
yaptırılmıyor. Son olarak uygulama, bir süre yanındaki kalem ve kâğıtlara el
konulmasına dek vardırılmıştır.
Öcalan’a
2005 yılından bu yana uygulanan toplam hücre cezası sayısı 9’dur. Bu şekilde Avrupa
Cezaevi Kuralları’nda istisnai bir yaptırım olarak düzenlenen hücre hapsi istisna olmaktan çıkarılarak, esas infaz
rejimine dönüştürülmüştür.
Hücre
cezalarına yol açan disiplin prosedürünün ve hukuki itiraz sürecinin hiçbir
aşamasına Öcalan’ın avukatlarının katılmasına izin verilmemiştir.
Abdullah
Öcalan hakkında İmralı Cezaevi’nde bulunduğu dokuz yıldır cezaevinden örgütü
yönettiği iddiasıyla açılmış tek bir dava olmadığı halde, içinde tek bir
hukukçunun bulunmadığı Cezaevi Disiplin Kurulu’nun böyle bir değerlendirme ve
karara ulaşması açık keyfiyet ve hukuk dışılık, aynı zamanda adil yargılanma
hakkının ihlali niteliğindedir.
Yine
disiplin cezası uygulamalarında “kanunla öngörülmüş olma” ve “orantılılık”
ölçütleri de mevcut değildir.
İmralı
Adası’nın iklim koşulları ve nem oranının çok yüksek olması, Öcalan’ın
tutulduğu koşulların ağır izolasyon gerçeği ile birlikte değerlendirildiğinde,
uzun vadede bu kadar ağır şartlar altında yaşamanın, insan üzerinde birçok
fiziksel ve ruhsal tahribatlar yaratması kaçınılmazdır.
İmralı
Tek Kişilik Kapalı Cezaevi tıbbi biriminin acil müdahale yeterliliğine sahip olup-olmadığı
bilinememektedir. Bununla birlikte uluslar arası sözleşmeler ve cezaevi
kurallarında da ( BM Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar m.22/2,
Avrupa Cezaevi Kuralları m.2 vb) değinildiği üzere Türkiye’de diğer tüm tutuklu ve
hükümlüler için uygulanan, cezaevi dışında donanımlı bir hastanede tedavi görme
olanağı Öcalan’a tanınmamaktadır.
Haziran
2008’de dönük kötü muamele niteliğindeki uygulamalara bir yenisi eklenmiş,
kendi arzusu dışında cezaevi görevlilerince saçları kazıtılarak kesilmiştir.
Avukatları tarafından
bizzat gözlemlenen haliyle, müvekkilleri Öcalan’ın zorla saç kesimi sonrası
birkaç hafta görüşmelere sürekli bere takarak gelmesi, bu rencide edici
uygulamadan ne denli etkilendiğini göstermektedir. Bu uygulama AİHS 3. maddesinde düzenlenen onur
kırıcı ceza veya işlem yasağına açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Yine 2008 yılı itibarıyla cezaevindeki kimi uygulamaların kasıtlı olarak
rahatsız edici boyutlarda uygulanarak, günlük hayatının olumsuz etkilenmesine
bilerek neden olunduğunu avukatlarına ve ailesine bizzat belirtmektedir. Hücrenin cezaevi personeli tarafından kontrolü
için kullanılan kapıdaki mazgal penceresinin sık sık ve uyumasını veya
okumasını engelleyecek biçimde açılıp kapatılması, bunu belirtmesine rağmen bu
uygulamanın devam etmesi gibi şikâyetleri giderilmemektedir. Bu uygulamalara
anında itirazı halinde ise, disiplin cezalarıyla karşılaşmaktadır.
Buna göre;
1-Son üç haftadır
doğu ve güneydoğu bölgesinin birçok ilinde neredeyse toplumsal infiale yol açan,
bir çok kişinin tutuklanmasına, yaralanmasına ve bir vatandaşımızın ölümüne yol
açan “Abdullah Öcalan’a fiziksel şiddet
uygulandığı ve hakaretlere maruz kaldığı” iddiaları araştırılmış mıdır?
2-Bu kadar ciddi ve
vahim bir iddia hangi düzeyde incelenmiş, inceleme sırasında Abdullah Öcalan da
dinlenmiş midir? 24 saat kamerayla denetlenen odasındaki kayıtlara bakılmış mıdır?
3-Eğer bir inceleme
başlatılmış ve sonuçlandırılmış ise, kamuoyuyla en azından avukatlarıyla ya da
kendisiyle neden sonuçları paylaşılmamaktadır?
Ayrıca;
4-Her tutuklu ve
hükümlünün sahip olduğu ve yasalarda belirtilen haklara Abdullah Öcalan neden
sahip değildir?
5-Yasalarla verilmiş
olan haklardan men edilmiş olması siyasi, keyfi ve (söz konusu kişi Abdullah
Öcalan olmasından dolayı) cezalandırıcı bir tavır değil midir?
6-Söz konusu tavır
ve tecridin hukuk devletiyle bağdaşır bir yanı var mıdır?
7-Ulusal ve uluslar
arası hukuka aykırı bir şekilde uygulanan ağır tecrit ve giderek arttırılan
baskının (kamuoyunca pek inandırıcı
bulunmayan “güvenlik” dışında) hukuki gerekçesi ve dayanağı nedir?
8-Fiziki şiddet ve
hakaret iddiasını araştırmak üzere TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’ndan
bir heyetin İmralı’ya gönderilmesi için hükümetinizin bir hazırlığı, talimatı
ya da girişimi var mıdır, olacak mıdır?
9-İmralı sistemiyle
kendi hukukunu ve yasalarını uygulamamak kadar kişiye özel hukuk uygulamasıyla ciddiyeti
ve saygınlığını tartışmalı hale getiren bir devlet olmaktan çıkıp; hukuk,
adalet ve demokrasiyle yönetilen saygın bir devlet olmak ve toplumsal barışa
katkı sunmak adına hükümetinizin ve size bağlı olan Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezinin
bu konuda (cezaevi koşullarıyla ilgili) iyileştirici bir planlaması var mıdır?
10-Aydın ve
yazarların Kürt sorununa çözümüne hizmet edeceği anlayışıyla Abdullah Öcalan
için önerdiği “ev hapsi” konusunda hükümetinizin bir çalışması var mıdır?