DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ EŞ BAŞKANI AHMET TÜRK’ÜN
OLAĞAN GRUP
TOPLANTISI
8 ARALIK SALI, 2009
TBMM, ANKARA
Değerli Arkadaşlar,
Saygıdeğer Konuklar,
Sevgili Basın Mensupları,
Bizleri
TV’leri Başında İzleyen Demokratik Kamuoyu,
Demokratik Toplum Partisi olarak iki buçuk yıldan beri, Meclis’in çalışma takvimine göre, her hafta yaptığımız bir grup toplantımızda yine huzurlarınızdayız. Grup toplantımıza “hoş geldiniz” diyor, sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Gündemin
ana başlıkları hakkında görüşlerimize geçmeden, son günlerde
yaşanan acı kayıplarla ilgili olarak duyduğumuz derin üzüntüyü
sizlerle paylaşmak istiyorum. Ne yazık ki, aylardan sonra bizleri
tarifi imkansız acılara boğan-yüreklerimizi dağlayan gencecik yavrularımızın
ölüm haberlerini, yine duymaya başladık.
İki
gün önce Diyarbakır’da, üniversite üçüncü sınıf öğrencisi
gencimiz Aydın Erdem, demokratik bir miting esnasında polis tarafından
hedef gözetilerek açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi.
Aynı şekilde dün, bir aydan beri tedavi gören liseli kızımız
Serap Eser henüz hayatının baharında iken aramızdan ayrıldı.
Çok
büyük acılar, matemler… Dilin sustuğu, sözün bittiği anlar…
Başta anne-babaları olmak üzere ailesi ve yakınlarına, en içten
taziyelerimi bildiriyor başsağlığı diliyorum. Her iki gencimizin
yaşamına mal olan saldırıyı kınadığımızı buradan bir kez
daha ifade etmek istiyorum.
Yine
dün akşam saatlerinde duyduğumuz, Tokat’ta karanlık bir provakasyon
olduğu gün gibi ortada olan bir saldırı sonucu aramızdan ayrılan
askerlerimiz için, yüreklerimiz parçalandı. Anne babaları ve yakınları
şahsında tüm yurttaşlarımızın acılarını paylaşıyorum. Reşadiye’deki
provokasyon bir an önce açıklığa kavuşturulmalı ve aydınlatılmalıdır.
Bu
acılar, bu yaslar hepimizin ortak acısıdır! Bütün çabamız, uğraşımız,
bir an önce bu gözyaşlarına bu yürek parçalayan acılara son vermektir.
Parlamentoya
girdiğimizden beri, çalışmamızın temelini, barışçıl bir ortamın
tesis edilmesi oluşturdu. Geceli gündüzlü bu uğraşın içinde
olduk. Bu kürsüde yaptığımız tüm konuşmaların özünde, akan
kanın durması ve uzlaşı-diyalog-barış çağrıları vardır. Yürek
çağrıları vardır.
Bu
çığlığın, bu çağrıların görülmesi, acıların son bulması
için herkesin ortak hassasiyetle hareket etmesi gerekir. Gün, dar
siyasi hesaplarla yaklaşma günü değildir. Gün, akan kanı durdurma,
bu ülkeyi gerçek barışına kavuşturma günüdür.
Değerli
Arkadaşlar,
Şu
anda, Partimiz hakkında 2007 Kasım ayından beri açılmış olan
kapatma davası, Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanmak üzere
görüşülüyor. Elbette takdir mahkemenindir. Karar siyasi bir karar
olacaktır. Verilecek karar, Türkiye’yi bir bütün olarak etkileyecektir.
Bilmenizi
istiyorum ki; hiçbir hukuki ilke, yok edilmeye çalışılmış bir
halkın demokratik istemlerini ilk kez Meclis çatısı altında açıkça
dile getiren bir partinin kapatılmasını meşru göremez, gösteremez!
Kapatma
davasına geçmeden önce, Hükümetin açılım konusundaki yaklaşımını
ve yaşanan son olayları kapsamlı bir şekilde değerlendirmek
istiyorum.
Değerli
Konuklar, Değerli Yurttaşlar,
Açılım
konusunda cesur adımlar atamayan Hükümet yetkilileri, günlerden
beri kalkmış Partimizi suçluyor, kendi sorumluluğunu gizlemeye çalışıyor.
Sanki “açılım yapacaklarmış da biz izin vermemişiz, engel olmuşuz”
gibi çarpıtmalarla kamuoyunu yanıltamaya çalışıyorlar. Böyle
bir gaflet ve kandırmaca içindeler.
Huzurlarınızda Hükümete sormak istiyorum: Parti olarak bizim bu çatı altında iki buçuk yıldan beri verdiğimiz demokrasi mücadelesi olmasaydı, siz acaba açılımın A sından bile bahsedebilir miydiniz? “Düşünmezseniz yoktur” diyen siz değil miydiniz Sayın Başbakan? “Beğenmeyenler gitsin” sözü size ait değil miydi? Bu halk her şeyi görüyor, her şeyi anlıyor.
Sorunu da çözümünü de idrak edemeyen AKP’nin kendisidir.
Bu halkın demokrasi çıtası AKP’yi çoktan aşmıştır. Bunun
farkında değiller!
Şimdi Bakınız!
Özetle geldiğimiz sürecin, nasıl ve hangi dinamiklerle başladığını kısaca anlatayım.
Türkiye’de, geçtiğimiz bahardan beri; mevcut sistemin değişmesi gerektiğini toplumun ekseri çoğunluğu gördü-anladı, talep etti.
29 Mart Yerel Seçimleri önemli bir dönüm noktası oldu. Seçimlerde çıkan tablo; Kürt sorunu başta olmak üzere, tek-tipçi zihniyetin kangren haline getirdiği tüm sorunların acilen çözüme kavuşturulması gerektiğini açıkça ortaya koydu.
Verdiğimiz
mesajlar, yapılan çağrılar, demokratik kamuoyunun yükselen talepleri
ve dış konjoktürün gerekleri ile de bütünleşince; bir demokratikleşme
süreci kaçınılmaz olarak gündeme geldi.
Bu
nedenledir ki, bizler, barışa susamış bir halkın temsilcileri olarak
açılım sürecine hükümetten daha fazla sahip çıktık ve sorumlu
yaklaştık. İçeriği hakkında hiçbir şey bilmesek de, yine de
“Hükümet olarak ortaya bir siyasi irade çıkar ve sorunların çözüm
yolunu açar” umuduyla bu sürece destek verdik. Teşvik ettik. Güç
kattık, cesaretlendirdik.
Bizim
bu olumlu ve yapıcı tavrımıza karşın ne yazık ki, Hükümet,
Cumhuriyetle yaşıt olan bu kapsamlı sorunun ne ciddiyetini-
ne de sorumluluğunu anladı.
Şuana
kadar, Ağustos’ta yapılan bir nezaket görüşmesi dışında bizimle,
“bu açılım nedir-ne yapacaklar-nasıl gidiyor-ne düşünüyorlar?”
konularında hiçbir şekilde bir istişare yapmış değiller.
Şimdi,
Sayın Başbakan-Sayın İçişleri Bakanı, her defasında şunu söylüyor:
“Bu bir devlet politikasıdır, muhatap millettir.” Peki, bu Meclis
çatısı altında milletin temsilcileri yok mu? Sormazlar mı: Onları
muhatap almıyorsun. Diyaloğa girmiyorsun, müzakere etmiyorsun. Milleti
nasıl muhatap kabul edeceksin? Böyle bir mantık olabilir mi?
Yine şunu söylüyorlar: Güya açılıma destek vermiyormuşuz! Sekteye uğratıyormuşuz!
Şimdi açık bir şekilde kamuoyu ile paylaşmak istiyorum: Hükümet, tamamen kendi dar siyasi çıkar hesaplarıyla, bu temel sorunu ele aldığından dolayı içinden çıkamaz hale geldi.
Şimdi
de yol yakınken işin içinden nasıl çıkarım diye kara kara düşünüyor.
Bir günah keçisi arıyor ve Partimizi hedef tahtasına oturtuyor.
Bizi sorumlu gösterme arayışına giriyor.
Oysa,
iki buçuk yıldan buyana tüm yurttaşlarımızın karşısında projelerimizi
tek tek dile getiriyoruz. Kürt sorunu başta olmak üzere, Türkiye’nin
temel sorunları karşısında proje sahibiyiz. İnanç sorunlarından
tutalım da kültürel sorunlara, azınlıkların sorunlarından yoksulluk-işsizlik-adalet
sorunlarına kadar; tüm demokrasi sorunları hakkında söz sahibiyiz.
Proje sahibiyiz. Hepsini sahiplendik. O problemleri bizzat hissettik.
Her kesimden ezilen-hor görülen-hakkı gasp edilen yurttaşımızın
sesi-soluğu olduk.
Meclis tutanaklarına bakınız! Verdiğimiz soru önergelerini, kanun tekliflerini, yaptığımız basın toplantılarını, grup konuşmalarımızı, Genel Kurul çalışmalarımızı inceleyin…
Hepsi
bu ülkenin, temel problemleri hakkında, projedir-öneridir-demokratik
bir zihniyetin söylemleridir. Toplarsanız çalışmalarımızdan
bir Demokrasi Manifestosu çıkar. Orada gerçekçi çözümleri
görürsünüz.
Kısaca bir iki örnek vereyim: Demokratik bir Cumhuriyetin en önemli önceliği nedir? Demokratik çoğulcu bir anayasa. Bu konuda önemli çalışmalar yaptık.
Etnisite
vurgusu olmayan, ideolojilere yer vermeyen, vesayeti kabul etmeyen,
kadın-erkek eşitliğini şart koyan, adil ve çağdaş bir anayasa
zihniyetini DTP gündeme getirmedi mi? Türkiye’de anayasa çalıştayları
yapan, teşvik eden, katılım sağlayan Demokratik Toplum Partisi değil
midir?
Bu ülkede gelmiş-geçmiş en kapsamlı-en şeffaf yönetim reformu önerisini Partimiz yapmadı mı? Bakınız! Demokratik Özerklik adıyla, tüm sorunlarımızı çözebilecek bir yönetim anlayışı ortaya koyduk. Bu projemizi bütün siyasi partiler, milletvekilleri, sivil toplum örgütleri ve kamuoyu ile paylaştık.
Bugün eğer, her kesimden yurttaşımız, aydınlarımız, acil bir
yerel yönetimler reformundan söz ediyorsa; bu biraz da bizim cesaretle
ortaya koyduğumuz Demokratik Özerklik Projesi sayesinde değil midir?
Yine,
en doğal insan hakkı olan, ana dilde eğitim-öğretim ve kültürel
gelişmeyi teşvik etme konusunda, Kürt halkı ve bu ülkede yaşayan
tüm kültürler-halklar için yolu açmaya çalışan; Hükümeti adıma
zorlayan DTP olmadı mı?
Bakınız,
kimin kimi engellediği apaçık ortadadır. “Bu ülkede bütün
halklara karşı yapılan asimilasyon uygulamaları araştırılsın,
yer isimleri neden değiştirildi? Açıklansın!” diye önerge verdiğimizde,
Anayasa engeli ile karşılaştık. Önergemiz geri çevrildi. Şimdi
AKP sözcüleri, nerdeyse iki yıl sonra, “bu ülkede asimilasyonun
daniskası yapılmış” diyor. “Diz boyu ırkçılık olmuş”
diyor. Yer isimlerinin iadesini dile getiriyor.
Yine,
“Dersim’de yapılan vahşet aydınlatılsın, Seyit Rıza ve arkadaşlarının
mezarları ortaya çıkarılsın” dediğimizde, kimseden
ses çıkmıyordu. Şimdi Hükümet, yapılanlara “katliam”
diyor. Seyit Rıza’nın idam sehpasına giderken söylediği son sözleri
hatırlatıyor.
Sormak istiyorum: Bu ülkede statükoyu, vesayeti, kararlılıkla ve cesaretle eleştiren parti hangisidir acaba? Liberal aydınlarımızın dikkatlerine sunmak istiyorum. Cunta kelimesini ağzına almaktan bile korkan bir hükümet varken, cuntacıları koruyan Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılmasını ilk kez kim gündeme getirdi? 12 Eylül darbecilerinin yargı önüne çıkartılması için araştırma önergesini biz verdik, AKP görüşülmesini engellemedi mi?
Silahlı
Kuvvetlerin İç Hizmet Kanunu’nun 35.maddesini, yani orduya darbe
yetkisi veren maddeyi, kaldırmayı DTP teklif etmedi mi?
Bu ülkede, Ergenekon belli boyutlarıyla açığa çıkmışsa, partimizin bu çetelere karşı halkımızla birlikte vermiş olduğu demokratik mücadelenin payı yok mu?
Hazırlanan
onlarca andıçta, partimize yönelik yapılan planları boşa
çıkarmamış olsaydık eğer, bugün acaba bu Ergenekon çetesi açığa
çıkabilir miydi? Bu yargılamalar, bu ifadeler gerçekleşebilir miydi?
Son olarak, biliyorsunuz, 22. Dönem AKP Hükümeti döneminde Terörle Mücadele Yasası’nda 2006 yılında yapılan değişiklikle, çocuklarımız bile terörize edildi.
Yüzlerce
çocuğumuz taş attığı gerekçesiyle gözaltına alındı,
işkencelerden geçirildi ve onlarca yıl hapis cezasıyla yargılanıyorlar.
Bu kanununun çocuklarla ilgili maddelerinin ne kadar hukuksuz olduğunu
ve bir an önce değiştirilmesini, kanun teklifiyle Meclis Başkanlığı’na
sunduk.
Hükümet ise, daha yeni ve sözüm ona açılım kapsamında, bu yasa değişikliğini Meclis gündemine getirmeyi planlıyor. O da, son olayları gerekçe göstererek, adeta toplumla dalga geçercesine, teknik sebepler bahane edip, sonraki haftalara erteliyor.
Adeta,
“yüzlerce çocuğu daha tutuklayayım, sindireyim, sonra değişikliği
yapayım!” dercesine bir geri zihniyet ile karşı karşıyayız.
Demokrasiyi yeterince içselleştiremeyen bir Hükümet, kendi açılımını
bitirmek için fırsat kolluyor ve faturayı da bize çıkarmaya çalışıyor.
Evet, parlamento çalışmalarımızdan sadece birkaç örnek vermeye çalıştım. Şimdi soruyorum: Peki bu somut önerilerimizin birinci dereceden muhatabı olan Hükümet ne yaptı şimdiye kadar? Bu önergelerimizin hiç birini Meclis gündemine aldı mı? Hayır.
Şimdi Sayın İçişleri Bakanı “Çözümünüz nedir?” diye soruyor. Böyle bir siyasi öngörüsüzlük olabilir mi? O kadar çözüm projesi ortaya koyacağız, ama çıkıp, “bunlar çözüm üretmiyor” diyeceksiniz. Bu tutarsızlıktır.
Bakınız,
vermiş olduğumuz önergelerin ve projelerin yarısını
bile Meclis gündemine getirmiş olsaydınız, açılımın içini
de doldurmuş olurdunuz. Ama yapmadınız! Bunları yok saydınız.
Kısaca özetlediğim tablo bu kadar açık seçik ortada. Biz mi açılıma karşı çıkıyoruz? Yoksa Hükümet mi? Bize göre, hükümet gerçek bir açılımdan kaçmanın fırsatını ve koşullarını oluşturmaya çalışıyor.
Ama
kaçamayacaklar. Bu halkın mücadelesi eninde sonunda gerçek bir açılımı
yapmaya zorlayacaktır. Bunun yolu açılmıştır. Geri dönüş yok.
AKP olsa da olmasa da Türkiye kendi barışına ve demokrasisine mutlaka
kavuşacaktır. Bunun bilinmesini istiyorum.
Değerli
Arkadaşlar,
Son on günden beri, şehirlerimizde sokaklarımızda büyük protestolar, mitingler var. Bölge büyük bir gerginlik ve kaynama içinde. Şu anda metropollere de yansımış durumdadır.
Sizlerle, bazı hassasiyetleri bir kez daha altını çizerek paylaşmak istiyorum. Bu ülkede otuz yıldan beri bir çatışma hali yaşanıyor. Nedenlerini sürekli olarak açıkladık, açıklamaya çalışıyoruz.
Varlığını-onurunu korumaya çalışan demokratik bir mücadelenin, yarattığı değerler var, hassasiyetler var. Bunu görmeden, başını kuma gömerek, bu ülkede hangi sorun çözülebilir? Toplumun realitesi dikkate alınmadan, üstüne üstüne giderek-dayatarak böyle toplumsal bir mesele hal yoluna girebilir mi?
Hele hele açılım yaptığını iddia eden bir Hükümet, tehlike ortadayken yangına körükle gitmeye nasıl cesaret eder? Bunu anlamak mümkün değil.
Çok
açık ki, ya bu Hükümetin basireti bağlanmış ya da oldukça gizli
bir gündemi var-tasfiyeyi amaçlıyor. Bunun başka bir izahı olamaz.
Her iki durum da gerginlikleri besler, gerilimleri tırmandırır.
Bakınız! İmralı’daki durumdan haberdar olur olmaz, geçen yılki deneyimlerimizden yola çıkarak, hemen Hükümet nezdinde iletişime geçtik. Durumu izah ettik. Toplumun bu konudaki hassasiyetini ortaya koyduk. Türkiye’deki 72 milyon yurttaşımızın algısını ve doğuracağı tehlikeleri dile getirdik. Fakat, şuana kadar Hükümet yeni bir adım atmış değil.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nu devreye sokmaya çalıştık. Fakat Sayın Komisyon Başkanı şahsında, bir insan hakları hukukçusu olmasına rağmen, Partimizden gelen en ufak bir öneriyi bile reddetmek için, kırk dereden su getiren bir anlayışla karşı karşıyayız. Oysa Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bu konuyu incelemekle mükellef olan en yetkili kurumdur.
Ve günlerden beri, şehirlerimiz-sokaklarımız adeta yangın yerine dönüşmüş durumda. Kolluk güçlerinin orantısız güç kullanımı gerilimi daha da tırmandırmaktadır. Göstericilerin üzerine hedef gözetilerek ateş açılmaktadır. Bu tablo Bölgede, açık bir olağanüstü hal rejiminin yaşandığını ortaya koymaktadır.
Bakınız, son
10 günde düzenlenen gösterilerde, aralarında kadın ve çocukların
da bulunduğu en az 770 kişi gözaltına alındı, 12'si çocuk 117
kişi de tutuklandı. Bir gencimiz vurularak öldürüldü. Şimdi bu
bilanço, çözümün ne denli acil ve yakıcı olduğunu bariz bir
biçimde ortaya koymaktadır.
Hükümet maalesef, böylesi bir dönemde, alabildiğine hassas ve kırılgan bir atmosferde, bile bile tehlikeye davetiye çıkarmıştır. Hala da gereklerini yerine getirmemekte, kör inadını sürdürmektedir.
Çare olarak, protesto gösterilerini şiddetle bastırmayı görüyor ve medyaya da “sakın ha görme-duyma-bilme” talimatları vererek, durumdan kurtulmaya çalışıyor. Ortaya çıkan tablodan, ve bundan sonra olası tehlikelerden birinci derecede sorumlu olan Hükümettir, Sayın Başbakandır.
Halklarımızın
tam da birbiriyle empati yapmaya başladığı bir dönemden geçiyoruz.
Ülkemizin batı yakası, Kürt coğrafyasında on-yıllardan beri yapılan
zulüm ve haksızlıklardan haberdar olmaya başlıyor. Sevgiyle kucaklaşma
ve ortak bir ufukta kaynaşmayı tartışıyoruz. Böylesi bir ortamda
Hükümet’in yaptığı uygulamalar ve sergilediği yaklaşım, büyük
provokasyonlara zemin oluşturmaktadır. Bunu herkesin bu şekilde bilmesi
gerekir.
Değerli
Arkadaşlar,
İşte tam da ülkemizin içinden geçmekte olduğu bu hassas ve kırılgan süreçte, az önce de belirttiğim gibi, partimiz hakkındaki kapatma davası esastan görüşülmeye başlandı.
Sokaklarda
gerilimlerin yaşandığı, partimize yönelik saldırıların kışkırtıldığı,
yer yer provokasyonların yaşandığı bir süreçte, iki yıldır
bekletilen davanın birden bire görüşülmesi kararı alındı.
İzmir’de partimizin konvoyuna dönük saldırı sonrası Sayın Başbakan, sorumluları soruşturmak yerine Partimizi açıkça suçlamıştı. Hükümet Sözcüsü de, “DTP kendisini kapattırmak istiyor” diyerek partimizi hedef göstermişti.
Bu sözlerin ardından Anayasa Mahkemesi davayı gündemine aldı. Bu anlamda zamanlama açısından davanın bu gerilimli sürece denk getirilmiş olmasını dikkat çekici bulduğumuzu belirtmek istiyorum.
Şu anda Türkiye kamuoyunun yediden yetmişe herkesimin gözü-kulağı, bu dava üzerine odaklanmış durumdadır. Sadece içerisi değil dış kamuoyu da çıkacak kararı dikkatle izlemektedir.
Davayı bu denli önemli kılan, verilecek olan kararın bütün toplumu ve Türkiye’nin geleceğini doğrudan ilgilendiriyor olmasıdır.
Bu öyle bir dava ki, verilecek karar ülkemizi önemli bir demokrasi sınavından geçirecektir. Çünkü DTP’nin varlığı demokratik süreç açısından büyük önem taşımaktadır.
Demokrasi, farklılıkları içinde barındıran, koruyan ve geliştiren çoğulcu bir sistemdir. Tekçi zihniyetin dayattığı kalıpları kabul etmeyen DTP, çoğulcu demokrasinin vazgeçilmez bir öğesidir.
Özellikle bu farklılık, 23’üncü dönem parlamentosunda çok bariz bir biçimde kendisini hissettirmiştir. Bu ülkede yaşayan bütün farklı kimlik ve kültürlerin taleplerini dile getiren, çözüm arayan, iktidarı bu noktada uyaran parti, DTP olmuştur.
Halkımız, bin bir emek ve fedakârlıkla Meclis’e yolladığı, DTP’ye, kendi taleplerini dile getirmesi için temsiliyet yetkisi vermiştir. DTP de, bu sorumluluğunu yerine getirebilmek için büyük bir demokrasi mücadelesi içerisinde olmuştur.
DTP, iki buçuk yıldır bu kürsüden barışı, demokrasiyi, özgürlükleri ve halkların kardeşliğini dile getirmiştir. Sadece dile getirmemiş, bunun mücadelesini vermiş, aynı zamanda bedelini ödemiştir.
Kürt sorunu başta olmak üzere ülkemizin karşı karşıya bulunduğu temel sorunları en cesur bir biçimde dile getiren, çözüm yollarını gösteren parti DTP olmuştur.
Bütün
sindirme ve yıldırma politikalarına karşın DTP, siyasi çizgisinden
sapmamış, kararlı durmuştur. Bu kararlı duruşunun bir
sonucu olarak bugün, bir kez daha bedel ödemeyle karşı karşıya
bırakılmıştır.
Biz bu bedeli 12 Eylül zindanlarında ödedik.
Mehmet Sincarlar, Vedat Aydınlar, Musa Anterler katledilirken, parti binalarımız bombalanırken ödedik.
Biz bu bedeli, yaka paça cezaevine atıldığımız 2 Mart 1994’teki DEP darbesinde ödedik. Ve asla bundan kaçmadık, bedel ödemekten korkmadık.
Çünkü, demokrasiyi ve halkımızın özgürlük taleplerini uğrunda ölecek kadar değerli bulduk, bunun için yüreğimizi, beynimizi, kalbimizi ortaya koyduk.
Çünkü biliyoruz ki; demokrasi bedel ister, yürek ister, cesaret ister. İşte biz de bunları ortaya koyduk. Amansız bir demokrasi ve barış mücadelesinin neferleri olduk.
Bu, bizim için en büyük onur kaynağıdır. Bu onuru bundan sonra da tavizsiz bir biçimde taşımaya devam edeceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
İşte bundan dolayıdır ki, dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri görülmeyen baskı ve saldırılarla karşı karşıya kaldık. Barış için sarf ettiğimiz her cümle bize saldırı olarak döndü.
“Çatışmalar sona ersin” dedik, gerilim yaratmakla suçlandık.
“Bir halkın dili, kimliği ve kültürü Anayasal güvenceye bağlanmalı” dedik. Bölücü ilan edildik.
Kendi anadilimizde konuştuk, susturulmaya çalışıldık. Halkımıza Kürtçe “merhaba” dedik. Hakkımızda yüzlerce fezleke gönderildi.
Açıklamalarımız tamamen düşünce özgürlüğü kapsamında olmasına rağmen, Anayasa ve hukuk zorlanarak, zorla ifademiz alınmak istendi.
“Barışın yolu diyalogdan geçer” dedik. Uzattığımız el havada bırakıldı.
“Kürt sorununun bütün aktörleri çözüm sürecinde dikkate alınmalıdır” dedik. DTP muhataplıktan kaçmakla suçlandı.
Ne söylediysek, temsil ettiğimiz halk adına, demokrasi adına ne talep ettiysek, yok sayıldı, çarpıtıldı, partimiz hedef haline getirildi.
Elbette bütün bunların tek bir nedeni var o da; çok sesliliğe ve farklılıklara tahammülsüzlüktür. İstendi ki; DTP de, diğer partilere benzesin, sorunları es geçsin, halkın taleplerini dile getirmesin, çözüm önerisinde bulunmasın. Kısacası, DTP hiçleşsin, vesayet rejimine diğerleri gibi alışsın, evcilleşsin istendi.
Biz de, buna itiraz edince vurun abalıya misali; yargısıyla, ordusuyla, medyasıyla, iktidarıyla, muhalefetiyle, bir bütün olarak sistem üzerimize geldi.
“Ya hizaya geleceksiniz ya da siyaset dışına itileceksiniz” dendi. Bugün yaşananların özeti budur. Anayasa Mahkemesi’nden önce bizi siyaseten kapatmaya çalıştılar.
Peki sormak istiyoruz: Çıkar yol bu mudur? 2,5 milyona yakın oy alan ve halkın önemli bir kesiminin iradesini temsil eden bir partiyi susturmak demokrasi midir? Hukuk mudur? Farklılıkları kucaklama mıdır?
Bu
mudur demokratik açılım? Bu mudur Türkiye’nin özgürlüklere
yaklaşımı?
Değerli Kamuoyu,
Değerli Halkımız,
Değerli
Yurttaşlar,
Kapatma yönünde bir karar çıkması halinde, bu siyasi bir darbe niteliği taşıyacaktır. DTP kapatılırsa, bunun Kürt halkına demokratik siyaset kanallarının kapatılması anlamına geleceği açıktır.
Ergenekon
davası kapsamında hükümete karşı darbe girişimlerinin sorgulandığı
bir süreçte, DTP’nin kapatılması, Kürt halkının demokrasi ve
özgürlük taleplerine karşı bir darbe niteliği taşıyacaktır.
Demokrasimiz bundan onarılması mümkün olmayan yaralar alacaktır.
DTP’yi kapatmak Kürt Sorununda çözümsüzlükte ısrar olacaktır. Bu tutumda ısrar, Kürtlerin farklı kimlik, kültür ve inançlarının inkar edilmeye devam edileceğine de işaret eder.
Çözümsüzlüğün
30 yıldır ülkemizi ne hale getirdiği ortadadır. Sonuçlar açıktır.
Bir kez daha bu hataya düşülmesi, ülkemize kazandırmayacak, kaybettirecektir.
Kürtler,
kültürel kimlikleriyle katıldıkları demokratik cumhuriyetin özgür
yurttaşları olarak, Türkiye’nin demokratikleşmesinde motor gücü
rolü oynamak istemektedir. Bunun yolu da siyaset ve diyalog kanallarının
açık tutulmasından geçer.
DTP,
sorunların çözümünü
Kürtlerin
meşru taleplerini dile getiren, Meclisi bir çözüm yeri olarak gören
bir partiyi kapatmak, çözümsüzlüğe ve farklı yollara kapı
aralamaz mı?
DTP
davası, Türkiye demokrasisi açısından bir sınav olacaktır. Çıkacak
karar, sadece DTP ve Kürtlerle sınırlı bir karar olmayacaktır.
Verilecek karar, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğini ve demokrasinin
rotasını da belirleyecektir.
Bakınız;
Bütün bu sonuçların iyi görülmesi ve gerekli derslerin çıkartılması gerekir. Parti kapatmalar ancak vesayet rejimini ve bu rejimin sahiplerinin elini güçlendirir. Demokrasiyi değil.
Bakınız; Cumhuriyet tarihimizin 86 yılında değişik mahkeme ve otoritelerce kapatılan parti sayısı 60'tır. Siyasi partilerin kapatılmasının kesintiye uğramaması, darbe dönemlerine ait otoriter anlayışın sürdüğünü gösteriyor.
Parti kapatmaların başka bir izahı olamaz. Ve bu ayıba en az darbeci zihniyet kadar, parti kapatmalarını zorlaştıracak düzenlemeleri yapmayan iktidarlar da ortaktır.
Bugün darbe geleneğiyle mücadele ettiğini ileri süren AKP iktidarı da, ne yazık ki, iki yıldan buyana bir düzenlemeyi Meclis’e getirmeyerek, otoriter-yasakçı zihniyetlere kapı aralamıştır.
Anayasa Mahkemesi, bizzat açık bir şekilde söyledi: “Meclis parti kapatmaları hakkında yetkimizi sınırlasın, tam demokratik rejimlerdeki düzeye indirsin” çağrısı yaptı. Fakat Hükümet, oralı bile olmadı ve bu düzenlemeyi Meclis gündemine getirmedi.
Bir de sanki sorumlusu kendileri değilmiş gibi, Sayın Başbakan ABD’ye giderken uçakta, Venedik Kriterlerini bile az görüyor, daha ileri bir partiler hukukundan bahsediyor. Güya parti kapatmalarını kesinlikle demokrasiyle bağdaştırmazmış! Bunlar timsah gözyaşlarıdır. Hiç kimse inanmaz.
Partimiz
kapatılırsa, Grubumuz düşürülürse, bu durumda parlamentoda bulunmamızın
bir anlamı kalmayacaktır. Fakat şu da çok iyi bilinmelidir
ki, demokratik siyasetten, barış mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz,
geri adım atmayacağız. Mücadelemizi halkımızın içinde ve demokrasi
güçleriyle birlikte sürdüreceğiz.
Değerli
Arkadaşlar
AKP’nin bu mantığıyla, bu ülkede öyle görünüyor ki, hiçbir sorun çözülemez. AKP’nin yaptığı demokratlık değil, demokrasi havariliği yaparak kendini bir nimet gibi göstermektir.
Gerçek demokrasi kavgasını verenler, darbeci geleneğe karşı onurlu mücadeleyi yürütenler bu ülkenin aydınlarıdır, demokratlarıdır, sosyalistleridir. Kürtlerdir, Alevilerdir, emekçilerdir, ezilenlerdir, kadınlardır.
Ve yıllardır yürütülen bu mücadele eninde sonunda bu ülkeyi gerçek demokrasiye, barışa ve özgürlüklere kavuşturacaktır. Bundan eminiz ve umutluyuz.
Sözlerimi bitirmeden önce son olarak şu tarihi çağrıyı bir kez daha yinelemek istiyorum. DTP barışın, diyaloğun ve kardeşliğin köprüsüdür. Halkların kardeşliğinin dinamitlenmemesi için bu köprü yıkılmamalıdır.
Bu
duygu ve düşüncelerle sizleri bir kez daha saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.